Adli Tıp Kurumu, Adalet Bakanlığı bünyesine bağlı bir devlet kurumudur.  Adli Tıp Kurumu’nun amacı, suç unsuru içeren adli nitelikteki olaylarda, olay yerindeki ya da kendisine sunulan verileri toplayarak ve değerlendirerek sonuçları, hukukun kullanabileceği kanıtlar halinde hukukun hizmetine sunmaktır. Adli Tıp Kurumu hakkında genel bir algı olan “otopsi” kavramı var olsa ise de, Adli Tıp Kurumu netice itibariyle ölümle sonlanmamış adli olaylarda da vuku bularak, hukuk sistemimizde yargı sürecinin adil bir şekilde sonlandırılmasına yardımda bulunmaktadır. Özetle, adli bir olaya yönelik insan vücudu üzerindeki olguları tespit ederek delil saptamaktır. Bu süreç özellikle konu itibariyle Ceza Hukuku ve Sağlık Hukuku açısından önemlidir. Ceza Hukuku açısındansa, Adli Tıp Kurumu günümüzde Sağlık Hukuku bakımından fazlasıyla önemli bir yer edinmiştir.

Sağlık Hukuku, hasta-hekim arasında olan ve bu hizmetten yararlanarak arasındaki hukuki ilişkiyi düzenleyen ve ortaya çıkaran, hukuki uyuşmazlıkları önlemeyi ve çözmeyi amaçlayan hukuk dalıdır. Genel olarak tıp ile hukuk konularının kesiştiği nokta olarak da tanımlayabiliriz. Günümüz hukukunda, hekimler ve diğer sağlık personeli, çalışmalarını “izin verilen risk” kavramı içerisinde yerine getirirler. Hekim, tedavi sonucunda ortaya çıkacak riskten ancak kusur yapması halinde sorumlu tutulabilir. Dünya Tabipler Birliği’nin 1992 yılında yapılan 44. Genel Kurulu’nda kabul edilen bildirgesine göre, malpraktis (tıbbi uygulama hataları) “hekimin tedavi sırasında standart uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastayı tedavi etmemesi ile oluşan zarar” şeklinde tanımlanmış; tıbbi bakım ve tedavi sırasında görülen ve hekimin hatası olmayan durumlardan (karmaşa) ayırt edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Hekim sorumluluğunun yasal anlamda söz konusu edilebilmesi için; hekimin fiilinin hukuka aykırı olması, bir zararın meydana gelmiş olması, bu zararın hekimin kusurlu bir davranışına bağlı olması ve fiil ile sonuç arasında illiyet bağı bulunması koşulları aranır.

Sağlık davalarında bilirkişi raporuna başvurmak gerekmektedir. Bu durum kanunda HMK madde 293’te düzenlenmiştir. Şöyledir ki;

  1. Taraflar, dava konusu olayla ilgili olarak, Uzmanı’ndan Bilimsel Mütalaa alabilirler. Sadece bu nedenle ayrıca süre istenemez.
  2. Hâkim, talep halinde veya resen, kendisinden Rapor alınan Uzman Kişi’nin davet edilerek dinlenilmesine karar verebilir. Uzman Kişi’nin çağrıldığı Duruşma’da Hâkim ve Taraflar gerekli soruları sorabilir.
  3. Uzman Kişi, çağrıldığı Duruşma’ya geçerli bir özrü olmadan gelmezse, hazırlamış olduğu Rapor, Mahkeme’ce değerlendirilmeye tabi tutulamaz.

 

Adli Tıp Kurumu’nun sağlık davalarındaki yeri ise bilirkişi raporu tanımındadır. Özellikle tazminata bağlı sağlık davalarında yani malpraktis davalarında; uyuşmazlığa uygulanması gereken kanunlara göre, hekimin en hafif kusurundan dahi hukuken sorumluluk altında olduğu gözetildiğinde, alınacak Bilirkişi Raporu önem kazanmaktadır. Genel itibariyle yerel mahkemeler Adli Tıp Kurumundan rapor istemekte ve genellikle ATK kapsamı ve sonucuna göre karar vermektedir. Yargıtay (13.) Hukuk Dairesi’nin bazı Güncel Kararları’ndan örnek vermek gerekirse;

·         Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu’nun Raporu’nda; “Ameliyat sonrasında ortaya çıkan tablonun bu tür ameliyatlardan sonra nadir de olsa ortaya çıkabilen, ön görülemeyen, herhangi bir tıbbi kusur ya da ihmalden kaynaklanmayan “komplikasyon” olarak nitelendirildiği, bahse konu komplikasyon erken dönemde tespit edilerek, gerekli konsültasyonların ve tedavi girişimlerinin yapılmış olduğu, komplikasyon yönetiminin uygun olduğu” (Yargıtay (13.) Hukuk Dairesi, 2016/29225 E., 2020/1847 K., 11.02.2020 T.)·         Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu’ndan alınan Rapor’da; “… için yapılan tıbbi girişimlerin tıp kurallarına uygun olduğu, bu tür zor durumlardan sonra …’nin sistem bulgularını etkileyebilecek daha önceden ön görülüp önlenemeyecek durumların oluşabileceğinin bilindiği, dolayısı ile… sıkıntısına bağlı ortaya çıkan tablonun bu tür durumlarda her türlü özene rağmen oluşabileceği, komplikasyon olarak nitelendirildiği, oluşan komplikasyonlara zamanında gerekli müdahalelerin yapılmış olduğu” (Yargıtay (13.) Hukuk Dairesi, 2016/18168 E., 2019/11331 K., 14.11.2019 T.)

Yukarıda bahsedilen raporlar malpraktis davasından çok komplikasyonlara yönelik verilen raporlardır. Komplikasyonlar ise sağlık davalarında hekimin kusurunu ortadan kaldıran olgulardır. Malpraktis ise hekimin kusuruyla davacının zarara uğramış olmasıdır. Yukarıdaki raporlar komplikasyon doğrultusunda incelenen çalışmaların raporudur.  Ancak bu raporlar Yargıtay 13. Dairesi açısından ikna edici olmamış ve “eksik inceleme” gerekçesi ile davacılar lehine bozulmuştur.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi bilirkişi raporlarında, malpraktis ve komlikasyonlar için bir ayrımda bulunmuştur. Bu ayrıma göre Malpraktis davalarında bilirkişi;

  • Doktor’un seçilen tedavi yöntemi ve tedavi aşamalarında gerekli titizliği gösterip göstermediğini
  • Uygulanması gereken tedavinin ne olması gerektiğini
  • Doktor tarafından uygulanan tedavinin ne olduğunu
  • Ayrıntılı ve gerekçeli açıklamalı ve sonuca ulaşmalıdır.

Yani Malpraktis davalarında salt yapılan işlemin ne olduğunu açıklamak, yeterli kabul edilemez. Yine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’ne göre; bilirkişi raporunda;

  • Özen gösterilip gösterilmediği,
  • Yapılması gerekenle yapılan müdahale ve tedavinin ne olduğu,
  • Yapılması gereken ile yapılanın uyuşup uyuşmadığı, açıklamalarına yer verilmeli ve tüm deliller birlikte değerlendirilmelidir.

 

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin “Komplikasyon Yönetimi” ile ilgili verdiği güncel kararları ise şöyledir;

·         … Bilirkişi Raporu’nda; Hasta’da oluşan Enfeksiyon’un zamanında teşhis edilip edilmediği, edildi ise gerekli tedaviye derhal başlanıp başlanmadığı hususlarında yeterli açıklamayı içermediği anlaşılmaktadır. (Yargıtay (13.) Hukuk Dairesi, 2015/40782 E., 2018/5451 K., 09.05.2018 T.)·         … Karar’a esas alınan Bilirkişi raporlarında; büyük bir ameliyat sırasında oluşabilecek …’nın Komplikasyon olarak değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiş ise de, mevcut durum karşısında davalı tarafından tedavi için gerekenin yapılıp yapılmadığı üzerinde dahi durulmamıştır.( Yargıtay (13.) Hukuk Dairesi, 2015/39447 E., 2018/4718 K., 18.04.2018 T.)·         … Davacı tarafın ifadelerine göre; taburcu edildikten sonra şikayetlerinin devam etmesi nedeniyle ve pansuman için 11 gün boyunca her gün Hastane’ye gelinmesine rağmen, (Bilirkişi Raporu’nda) ameliyatta oluşan sorunun kaynağının tespit edilmemesinde davalıların kusuru olup olmadığı, bu süreçte gerekli ve yeterli takip-tedavinin yapılıp yapılmadığı üzerinde durulmamıştır. (Yargıtay (13.) Hukuk Dairesi, 2015/43151 E., 2017/5449 K., 03.05.2017 T.)  ·         … Davalı Doktor’un ortaya çıkabilecek riskleri ortadan kaldırmak adına ameliyat öncesi ve sonrası yapması gereken girişimlerin neler olduğunun, ameliyat sırasında durumun tespit edilip edilmediğinin, ameliyat sonrasında derhal müdahale edilip edilmediğinin, zararın azalması veya ortadan kaldırılması adına ne yapıldığının, bu aşamalarda davalı Doktor’un ihmalinin ve kusurunun bulunup bulunmadığının da (Bilirkişi Raporu’nda) tartışılması gerekir. (Yargıtay (13.) Hukuk Dairesi, 2015/41606 E., 2017/4295 K., 12.04.2017 T.)

AİHM ve de Anayasa Mahkemesi’nin Kararları, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi; anılan Kararlar’a atıf yaparak;

 

… Gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve gerekse Anayasa Mahkemesi’nce benzer olaylarda yapılan bireysel başvurular sonucu alınan Kararlar’ın incelenmesinde; Mahkeme’ce hükme esas alınan Adli Tıp Kurulu Raporu’nda ifade edildiği gibi “Komplikasyon” genel sonucuna varan raporlara dayalı Mahkeme Kararları ısrarla eleştirilmekte ve ortaya çıkan sonucun bireyselleştirilmesi gereğinin altı çizilmektedir. (Yargıtay (13.) Hukuk Dairesi, 2016/10764 E., 2019/9910 K., 15.10.2019 T.)Buna ek olarak Sağlık Davaları’nda Adli Tıp Raporu kesin hüküm içermemekte, karar temyiz edilebilir nitelikte olmaktadır. Çoğu örneklerde Adli Tıp Raporu’nun davalı lehine olması Yargıtay gereğince “YETERSİZ” görülerek davacı lehine bozulmaktadır. Yani mahkeme Adli Tıp Kurumu raporu ile bağlı değildir, temyiz edilebilmektedir.

Sonuç olarak, yukarıda açıklanan bilgiler doğrultusunda Adli Tıp Kurumu, Sağlık Davalarında bilirkişilik rolü görmektedir. Hukuk sistemimizde yargılama sonucu çoğunlukla bilirkişi raporu doğrultusunda oluşmaktadır. Ancak Yargıtay Kararlarında da görüldüğü üzere Adli Tıp Raporları davanın konusundan uzak değerlendirilebilmektedir. Uğradığımız zararın tazmini için açtığımız davada (malpraktis) “komplikasyon sonucudur” kararı ile davalının kusuru ortadan kaldırılmaktadır. Hasta uğradığı zararın tazminini alması için açtığı davada karşılıksız kalmaktadır. Bu sebep ile sağlık davalarında Adli Tıp Kurumu raporu alınması gerekse de verilen raporun dava konusuna uygun hazırlanması gerekmektedir.  Raporda tarafların iddia, argüman ve itirazları değerlendirilip, kapsamlı ve açıkça tartışılmalıdır. Davalının konum ve sorumlulukları, dosyadaki mevcut tüm deliller ile beraber değerlendirilmelidir. Raporda, yapılan işlemlerin tıp bilimi açısından yeterliliği, tıbbın gerek ve kurallarına göre olayda davalının sorumluluğunu gerektirecek ihmal ya da hata bulunup bulunmadığı hususları belirtilmelidir. Raporda, sadece yapılan tıbbi işlemin ne olduğu açıklanmamalıdır ki, yargılama adil olabilmelidir.  Sadece komplikasyon sonucuna varılmamalıdır. Sağlık Davalarında uğranılan zararlar bedeni zararları da içerdiği için, davacının yaşadığı manevi ve maddi zararın boyutu düşünülmeli ve olabildiğince detaylı bir araştırma yapılmalıdır. Sağlık Davaları için verilecek ATK raporlarında hastalıkları ve neticeleri kategorize etmek yerine her dava için, olay ve bulgular bireyselleştirilerek hatta öznelleştirilerek illiyet bağı doğrultusunda değerlendirilmelidir. Bir kişinin yaşadığı komplikasyonun bir başka kişi de aynı sebep ile neticelenmeyeceği değerlendirilmelidir. Özellikle yapılması gerekli olan ile yapılanın uyuşup uyuşmadığı incelenmelidir. Tüm bunların yanında Hakim de rapor ile somut olay arasındaki bağı denetlemelidir.

Sağlık Davalarında ATK raporunun önemi aşikar olmakla birlikte, raporun dava sonucunu nasıl etkilediğini de yerel mahkeme örneklerinde görmekteyiz. Bu sebep ile ATK raporu adil ve bireyselleştirilmiş bir şekilde hazırlanmalı, davacının hak ihlali önlenmelidir.

                                                                     Av. Şefik ZİROĞLU & Stj. Av. Elif ÇAMLICA