Hepimizin aylardır görüp duymakta ve içinde yaşamakta olduğu Covid-19 salgın hastalığı ilk olarak 2019 yılının Aralık ayında görülmüş, dünyanın tüm bölgelerine hızla yayılmıştır, bununla beraber 11 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından “pandemi” ilan edilmiştir.

Pandeminin yayılış hızına ve kontrol altına alınma potansiyeline göre dünyada ve ülkemizde bölgesel veya global kapsamda bazı tedbirler alındı. Bunların çoğunluğunun biz bireyler üzerindeki görünümü “kısıtlama” şeklindedir. Fakat işin aslı gerçekten öyle mi? Haftasonları belirli saatler arasında dışarı çıkamayacağımızın söylenmesi özgürlüklerimizi kısıtlar mı? Bu yasakların yasal dayanakları nelerdir?

Öncelikle bu kısıtlamaların hangi sebeple olduğuna bakmak gerekir. Dünya, bir salgın hastalık altındayken bu kısıtlamalar virüsü kontrol altına almak, virüsün yayılmasını engellemek, genel sağlığı korumak gibi amaçlar taşır. Burada toplumsal yarar kavramı karşımıza çıkar. Toplumsal yarar, verilen kararların tüm toplumun refahına olan olumlu etkisini ifade eder. Genel sağlığı korumak amacıyla alınan bu kısıtlayıcı kararlar, daha günlük ifadeyle yasaklar ise toplumun sağlığını korumaya yönelik olmalıdır. Aynı zamanda devlet, vatandaşlarının yasal haklarını korumakla da yükümlüdür. Bu yükümlülük anayasa ve bağlı bulunduğu uluslararası sözleşmelerden kaynaklanır.

Anayasa’nın 17. maddesinde yaşam hakkı düzenlenmiştir. Devlet sorumluluklarını hayata geçirirken Anayasa’nın 5. ve 56. Maddelerine uymalıdır. Bunun yanında, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu (UHK) m. 1 ise şöyledir;

“Milletin sağlığına zarar veren bütün hastalıklar ve diğer zararlı etkenlerle mücadele etmek, gelecek neslin sağlıklı olarak yetişmesini temin etmek ve halkı tıbbi ve toplumsal dayanışmaya ulaştırmak genel devlet hizmetlerindendir.”

COVID kapsamında alınan tedbirlerin ise bazıları yaş bazıları zaman gibi kısıtlamalar içermektedir. Aynı zamanda OHAL döneminde olmasak dahi sokağa çıkma yasakları da yaşadık. Sınırlamaların yasal dayanağı ise,

Anayasa’nın 13. maddesine göre;

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

Anayasa’nın 56. maddesine göre ise;

“Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

   Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.

   Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, iş birliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.

   Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.

   Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.”

Anayasa’nın 56. maddesinin gerekçesinin ilk kısmında ise şu şekildedir;

“Vatandaşın, korunmuş çevre şartlarında beden ve ruh sağlığı içinde yaşamını sürdürmesini sağlamak Devletin ödevidir.”

Sokağa çıkma yasağı kararları hakkında ise farklı görüşler de mevcut; bir görüşe göre, sokağa çıkma yasakları temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması niteliğinde bir idari kolluk tedbiridir ve olağanüstü hâl ilanına gerek olmadan normal zamanda uygulanabilir. Karşıt görüşe göre ise, sokağa çıkma yasağı kararları temel hak ve özgürlüklerin durdurulması niteliğindeki idari kolluk tedbirleridir. Çünkü uygulamalarına bakıldığında sokağa çıkma yasağı kişi özgürlüğü ve güvenliği, seyahat özgürlüğü, yerleşme özgürlüğü, çalışma hakkı ve eğitim özgürlüğü gibi en temel hak ve hürriyetlerin kullanımını durdurmaktadır. Bu sebeple sokağa çıkma yasağı ancak olağanüstü dönemlerde kullanılabilir demektedirler.

Anayasa’nın 13. maddesi, yurttaşların temel hak ve özgürlüklerinin ancak “kanunla” sınırlanabileceğini öngörse de, Umumi Hıfzısıhha Yasası ile İl İdare Yasası, bazı salgın hastalıklar veya zorunlu hallerde idareye karantina, seyahat sınırlaması gibi önlem alma yetkisi veriyor. [1] Bu husus da farklı görüş ve tartışmaların olduğu bir konu olarak varlığını sürdürüyor.

Covid- 19 pandemisinin kamu yararını üzerindeki etkilerini, virüsün yayılma hızı ve ülkemiz ve dünyadaki ölüm oranları ile değerlendirdiğimizde, etkilerin olumsuz yönde olduğu konusunda hemfikir olunacaktır. Bu sebeple kısıtlamalar yasal dayanağını bulmuştur. Burada kamu yararının, bireysel faydadan önce gelmesi karşımıza çıkar. Devlet üzerine düşeni yapabilmek ve kamu yararını koruyabilmek için bu üstünlüğünden faydalanırken, bireylerin pandemi dönemine rağmen istedikleri saatte istediklerini yapabilmeleri gibi örneklendirebileceğimiz bireysel faydaları geri plana düşer. İçinde bulunduğumuz süreç kapsamında bakıldığında ise bunlar makuldür.

Tüm bu süreç ve dünyanın deneyimlediği tüm problemler, sağlık hakkına erişim hakkımızla da doğrudan ilişkilidir. Alınan yasaklar sağlık hakkına erişimimizi devam ettirecek nitelikte olmakla birlikte, başka açıdan, bireylerin hastanelerde veya sürekli yaşam alanlarında gördükleri tedavinin niteliğinin de düşmeden devamını sağlamalıdır. Yasaklar insanların virüsle temasını engelleme amacı taşıyarak, bireylerin var olan sağlık durumlarını koruyabilmelerini amaçlamakta, bu şekilde de hastanelerde hastalanan bireyler için ihtiyaç duyulacak alan korunmaktadır. Böylece hastalanan insanların sağlık hakkına erişim hakkını yerine getirebilmek için önemli bir adım atılmış olacaktır. Bu sürecin herkes için karşılıklı inisiyatif gerektirdiği tartışılmaz bir gerçektir. Yasaklar, kısıtlayıcı olsa da en önemli haklarımızdan biri olan sağlık hakkına erişimimizi ulaşılabilir tutabilmek adına var olmak zorundadır.

 

Av. Şefik Ziroğlu – Stj. Av. Aleyna Tuz

[1] İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Covid-19 Hukuk Özel Sayısı Yıl:19 Sayı:38 Yaz 2020/2 (Covid-19 Özel Ek) s.180-201