Zeytinliklerin Madencilik Faaliyetine Açılması

PDF Olarak Görüntüle

Zeytin; Eski Ahit’e göre refahın ve bolluğun simgesi, Eski Mısır’da Tanrıça İsis’in meyvesi, Güneş Tanrısı Ra’nın aydınlanma simgesi, Eski Yunan’da bereket ve barışın temsilcisi Tanrıça Athena’nın armağanıdır. Tüm kutsal inanışlarda zeytin ağaçları, Tanrıların insanlara hediyesi ve barış, bereket, bolluk, aydınlanma gibi pek çok değerin sembolüdür.

Bütün ağaçların ilki olarak adlandırılan zeytin ağaçlarının tarihçesi çok eskilere dayanmaktadır. Arkeolojik çalışmalar, zeytin yetiştiriciliğinin M.Ö 4000’li yıllara kadar uzandığını göstermektedir. 6000 yıldır Akdeniz havzasında bulunan zeytinin, ana vatanı Güneydoğu Bölgesini de kapsayan Yukarı Mezopotamya ve Güney Asya olarak bilinmektedir.

M.Ö. Atina Anayasasında yer alan “Devlet malı veya özel mülkiyet farkı olmaksızın, zeytin ağacını kesen veya deviren herkes mahkemede yargılanacaktır eğer suçlu bulunurlarsa idam edilmek suretiyle cezalandırılacaklardır” sözünün, zeytin ağacına zarar veren herkesi idama mahkum etmeye kadar ciddi yaptırımlar öngörmesi zeytin ağaçlarının tarihteki önemini ortaya koymaktadır.

Tarihte önemli bir yeri bulunan zeytincilik faaliyetinin ülkemizde yaygınlaştırılması Cumhuriyetin kurulmasıyla gerçekleşmiş, zeytincilik bir devlet politikası haline getirilmiştir. Bu dönemde; genç ziraat mühendislerinin İtalya’ya zeytincilik eğitimine gönderilmesi, yüzbinlerce zeytin ağacı dikimi yaptırılması, üretimin arttırılması, Bornova’da Zeytincilik Araştırma Enstitüsü kurulması gibi pek çok uygulama gerçekleştirilmiştir. Bu politikalarla birlikte zeytincilik faaliyeti, Marmara, Ege ve tüm Akdeniz’e yayılmıştır.

Ülkemizde, ağırlıklı olarak zeytin ağacı dikilen ve yetiştirilen yer Ege bölgesidir. Ege bölgesinde yetiştirilen bu zeytinler kaliteli olup zeytinyağı üretiminde de kullanılmaktadır. Ayrıca, zeytin çeşitlerine göre Güney Marmara Bölgesi, Gaziantep ve Kahramanmaraş illerinde de zeytin üretimi faaliyetleri yapılmaktadır.

Günümüzde Türkiye, küresel zeytin üretiminin yaklaşık olarak %5,5‘luk kısmını gerçekleştirmektedir. Küresel zeytin ve zeytinyağı ihracatının ise yaklaşık %3,4’ü Türkiye tarafından gerçekleştirilmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, ülkemizde toplam zeytin üretimi, 2018/2019 sezonunda 1 milyon 300 bin ton seviyesinde gerçekleşmiştir. Bununla birlikte, Uluslararası Zeytinyağı Konseyi (UZK) verilerine göre, 2019/2020 sezonunda zeytinyağı üretimimiz 225 bin tona ulaşmıştır.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının Maden Yönetmeliğinde değişiklik yapan düzenlemesine göre, ülkenin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlara denk gelmesi durumunda, zeytin sahasının madencilik faaliyeti yürütülecek kısmının taşınmasına, sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine Bakanlıkça izin verilebilecek. Söz konusu yönetmeliğe göre, Türkiye’nin zeytinlikleri, “kamu yararı” görülmesi durumunda, madencilik faaliyetlerine açılabilecektir.

Zeytin ağacının, doğaya ve ekonomiye katkısı tartışılamaz kıymette olup ülkemiz üretimi ve doğasının da ayrılamaz bir parçasıdır. Tarihimizde zeytincilik faaliyetlerine getirilen hukuksal düzenlemelerinden ilki olan ve hala yürürlükte bulunan 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanunun 20. Maddesinde, “Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mani olacak kimyevî atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez.” denilmek üzere zeytinlik sahalarının korunması için çeşitli düzenleme ve yaptırımlar öngörülmüştür.

Bununla birlikte Anayasanın 56. maddesinde “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” hükmü bulunup 45. maddesinde de “Devlet, tarım arazileri ile çayır ve mer’aların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır. Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır.” hükmüne yer verilmiştir. Anayasa’da söz konusu hükümlerle birlikte tarımın, üreticinin ve tarımsal alanların korunması güvence altına alınmış ve devlete bu korumayı sağlamak için yükümlülük öngörülmüştür.

Öte yandan 5929 sayılı Kanunla kabul edilerek katıldığımız 2005 Uluslararası Zeytinyağı ve Sofralık Zeytin Anlaşması’nın 34. Maddesinde “Üyeler zeytin ve zeytinyağı üretiminin tüm aşamalarında çevresel ve ekolojik hususlara gereken önemi verecek ve Üyeler Konseyi tarafından bu alanda karşılaşılan herhangi bir problemin iyileştirilmesi veya çözülmesi için gerekli addedilen faaliyetleri yürütmeyi üstlenecektir.” hükmüne yer verilmiştir. Bu bakımdan zeytin ve zeytincilik faaliyetleri, katılımımızın olduğu Uluslararası Antlaşma ve Uluslararası Zeytin Konseyi tarafından güvence altına alınmış ve devlete bu korumayı sağlamak üzere yükümlülük öngörülmüştür.

Yönetmeliklerin, normlar hiyerarşisi bakımından daha üst nitelikte olan kanunlara ve Anayasaya uygun olması gerekmektedir.

Ülkemiz için bu denli önemli bir yere sahip olan zeytin ağaçlarımızın korunması, tarımsal üretimimizin desteklenmesi gerekmekte olup, tarım alanlarımız ve doğamız öncelik alınarak Bakanlık’ın söz konusu yönetmelik değişikliğini iptal edilmeli ve tarım arazilerimizin korunması ve geliştirilmesi yönünde çalışmalar yapılmalıdır.

Av. Şefik ZİROĞLU & Stj. Av. Neslihan Öykü ŞAHİN

Tarım Arazilerinin İmara Açılması

PDF Olarak Görüntüle

Toprak, milyonlarca organizmayı içinde barındırmakla birlikte yaşamın kaynağıdır ve bitki örtüsünün beslendiği kaynakların ana deposudur. Tarım ise; bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretilmesi, bu ürünlerin uygun koşullarda muhafazası, işlenip değerlendirilmesi ve pazarlanmasını ele alan bilim dalıdır. Bu önemi ile toprak, tarım sektörü için vazgeçilmez bir üretim faktörüdür.

Toprak; iklim, flora, fauna gibi ekolojik unsurları ile birlikte en önemli doğal kaynaklar arasında yer almaktadır. Toplumsal büyüme ve ekonomik gelişmenin dengeli ve kalıcı olarak gerçekleştirilmesi için bu kaynakların, ülke ihtiyaçları dikkate alınarak belirlenip tanımlanması gerekmektedir.

Toprakların korunması ise, tarım arazilerinin nitelendirilmesi ve kullanımıyla doğrudan ilgilidir. Türkiye’de arazi kullanım şeklini belirleyen etkenler arasında, başta doğal yapı (topoğrafya, iklim, jeomorfoloji, toprak yapısı, su kaynakları, bitki varlığı, hayvan varlığı vb.) olmak üzere yasal ve kurumsal düzenlemeler, nüfus yapısı ile ekonomik etkenler yer almaktadır.

Tarım arazileri ile mekansal kullanımlar arasındaki dengenin sağlanması, bu kaynakların sürdürülebilirliğinde önem taşımakta olup imara açılan arazilerin ise ihtiyaç ve kalkınma açısından önemi bulunmaktadır. Tarım arazilerinin imara açılmasının en büyük etkenlerden biri, dünyanın ve ülkemizin mevcut nüfus ve yapılaşma problemleridir. Tarım arazilerinin imara açılmasının plansız gerçekleştirilmesi durumunda riskleri fazla olmakla birlikte planlı bir şekilde işletildiği takdirde, risk azaltılabilecek ve aynı zamanda ihtiyaca da karşılık verebilecektir.

5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 3. maddesinde “Tarım arazisi, Toprak, topografya ve iklimsel özellikleri tarımsal üretim için uygun olup, hâlihazırda tarımsal üretim yapılan veya yapılmaya uygun olan veya imar, ihya, ıslah edilerek tarımsal üretim yapılmaya uygun hale dönüştürülebilen araziler…” şeklinde tanımlanmıştır.

Tarım arazilerinin bitkisel ve hayvansal üretim faaliyetleri birlikte değerlendirilerek, sadece tarımsal üretimin getireceği yararın dikkate alınmaması, aynı zamanda çevresel ve sosyal boyutlarının da ele alınarak dengelenmesi gerekmektedir. Doğal olaylar ve insan faaliyetlerine karşı hassas olan toprakların korunması, geliştirilmesi ve ekonomik olarak kullanımının sağlanması için ise toprağın doğal özelliklerinin göz önüne alınarak kontrollü ve planlı kullanım zorunlu kılınmalıdır.

Kontrollü ve planlı kullanımın temel şartı ise arazilerin doğal özellikleri ve kullanım ihtiyaçları belirlenerek kategorilere ayrılıp her kategorinin ihtiyaç duyduğu kullanım şeklinin önceden belirlenmesi ile sağlanabilir. Arazilerin potansiyellerine uygun şekilde değerlendirilmesi, doğal kaynaklarının sürdürülebilir kullanımında temel esastır. Toprak ve su kaynaklarının korunması ve geliştirilmesi için yapılacak çalışmalarda ise toprağın dengesini bozan etmenlerin kontrol altına alınması ve tarımsal amaçlar dışındaki kullanımlar için uygun yer seçiminin yapılması gerekmektedir.

Tarım arazilerinin amacına uygun biçimde kullanılması gerekli olup verimli tarım arazilerinin yapılaşmaya açılması, sınırlı olan bu kaynakların tüketilmesine sebep olmaktadır. Tarımsal araziler, ihtiyaç duyulduğunda tarım dışı amaçlar için kullanılabilmektedir ancak tarım dışı amaçla kullanılan ve yapılaşmaya açılan arazilerin, tarıma tekrar kazandırılması çoğu zaman mümkün olmamaktadır.

3194 Sayılı İmar Kanunu’nun 8. maddesinde yer alan “c) Tarım arazileri, 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan; tarımsal amaç dışında kullanılamaz, planlanamaz, köy ve/ veya mezraların yerleşik alanı ve civarı veya yerleşik alan olarak tespit edilemez.” hükmü ile tarım arazilerinin tarımsal amaç dışında kullanılması için Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinlerin alınması gerektiği belirtilmiştir.

Tarım arazilerinin tarımsal amaç dışında kullanılması için alınması gereken izinlerde ise tarım arazisinin türüne dikkat edilmesi gerekmektedir;

Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 13. madde- sinde; Mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ile sulu tarım arazilerinin tarımsal üretim amacı dışında kullanılamayacağı ifade edilmiştir. Ancak, alternatif alan bulunmaması ve Toprak Koruma Kurulu’nun uygun görmesi şartıyla; Savunmaya yönelik stratejik ihtiyaçlar, doğal afet sonrası ortaya çıkan geçici yerleşim yeri ihtiyacı, petrol ve doğal gaz arama ve işletme faaliyetleri, ilgili bakanlık tarafından kamu yararı kararı alınmış madencilik faaliyetleri, Bakanlıklarca kamu yararı kararı alınmış plan ve yatırımlar, Kamu yararı gözetilerek yol altyapı ve üstyapısı faaliyetlerinde bulunacak yatırımlar, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun talebi üzerine 20/2/2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu uyarınca yenilenebilir enerji kaynak alanlarının kullanımı ile ilgili yatırımları, Jeotermal kaynaklı teknolojik sera yatırımları, İçin bu arazilerin amaç dışı kullanım taleplerine, toprak koruma projelerine uyulması kaydı ile Bakanlık tarafından izin verilebilir.

Tarım arazisi imara nasıl açılır?

Tarım arazilerinin etkin şekilde kullanılması ve korunması amacıyla; tarım dışı kullanımlar için kullanılabilir arazilerin belirlenmesi ve mutlak korunacak tarım arazilerinin tespit edilmesi işlemlerinin ülke genelinde tamamlanması gereklidir. Mutlak korunacak tarım arazilerinin ve tarım dışı kullanılabilir arazilerin belirlenmesi aşamasından sonra risklerin en aza indirildiği, ihtiyaca karşılık verecek şekilde tarım arazilerinin imara açılması mümkündür.

Tarım arazileri kendi içerisinde; mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ve sulu tarım arazileri gibi türlerden oluşmaktadır. Belirtilen bu tarım arazilerinin istisnai haller dışında imara açılması mümkün değildir. Ancak belirtilen cins haricindeki diğer tarım arazilerinin, toprak koruma projelerine uyulması kaydıyla valilikler tarafından tarım dışı kullanıma tahsis edilebilir.

Tapuda niteliği tarla olan bir taşınmazın imara açılması ancak arsa niteliğini kazanması ile mümkün olup bu durum için de cins değişikliği işleminin yapılması gerekmektedir. Cins değişikliği için tarlanın; 1/1000 ölçekli imar planı içinde kalması ve yapılaşmaya açık bir fonksiyona sahip olması gerekmektedir. 1/1000 ölçekli imar planı hükümleri çerçevesinde yapılacak imar uygulaması sonucunda tapuda “tarla” olarak gözüken nitelik “arsa” olarak dönüşecektir.

Sonuç olarak; toprak kaynaklarının korunması, geliştirilmesi ve kullanılmasıyla ilgili, tarım arazilerinin korunarak amacına uygun kullanılmasını esas alan yaklaşımların açık ve net bir şekilde ortaya konulması ve toprağın, insan varoluşunun en büyük güvencesi ve yaşam kaynağı olduğunun bilincine varılması gerekmektedir. Toprakların yetenek ve niteliklerinin belirlenmesi, Arazi Kullanım Planlamasının yapılması, tarım arazilerinin korunması ve etkin kullanılmasına yönelik olarak yürürlükte olan yasal düzenlemelerin işlerliğinin sağlanması, bu konuda etkili çözümleri beraberinde getirecek olup ilave imar planları ile tarım arazilerinin imara açılması gelecek nesillerin gıda güvenliğinin tehlikeye girmesine sebep olabilecektir.

Av. Şefik ZIROĞLU, Av. İlayda YILMAZ

 

 

Uzay TV – Tıbbi Görüş Programı

Uzay TV – Tıbbi Görüş Programı – 15 Nisan 2015

Zeytin Ağaçlarının (Ölümsüz Ağaçların) Hukuksal Durumu

PDF Olarak Görüntüle

 

Zeytin Ağaçlarının (Ölümsüz Ağaçların) Hukuksal Durumu

Zeytin Ağaçlarının Tarihçesi

Zeytin ağaçlarını tarihçesi çok eskilere dayanıyor. İlk bulguları 39.000 yıl öncesine kadar dayanan zeytin ağacı aslında insanlık tarihi kadar eski bir tarihe sahiptir.  Bir rivayete göre, İlyada ve Odysseia destanlarının yazarı İyonyanlıHemeroros Ege kıyılarında bir ağaca yaslanır ve ağaç; ”Herkese aitim ama kimseye ait değilim, siz gelmeden önce de buradaydım, siz gittikten sonra da burada olacağım.” der. Bu nedenle ismi ölmez ağaç olarak anılır. Bir başka rivayete göre ise; dünya hayatının düzene girip girmediğini anlamak için Nuh’un gönderdiği beyaz güvercin, ağzında zeytin dalı ile döner. Bu da barışın sağlandığının ve huzurun, düzenin geldiğinin kanıtı oluşturur. O günden beri zeytin ağaçları ve dalları barışın sembolü olarak anılır.  Eski Mısırda şifa olarak kullanılan zeytin ağacı, Antik Yunan kültüründe de önemli bir yere sahip olması, “Oleaprimaomniumarborumest..” yani; “Tüm ağaçların ilki zeytin ağacıdır” sözleriyle de desteklenmektedir. Tüm kutsal inanışlarda zeytin ağacı Tanrıların insanlara bir armağanı olmakla birlikte ;  kutsallığın, bolluğun, adaletin, sağlığın, gururun, zaferin, refahın, bilgeliğin, aklın, arınmanın ve yeniden doğuşun, kısaca insanlık için en önemli erdem ve değerlerin sembolüdür.

Zeytin Ağacının Türkiye’deki Tarihçesi

Ülkemizde zeytincilik kültürünün Cumhuriyet dönemi ile geliştiğini söyleyebiliriz. İlk adım, 1939 yılında Zeytin ağaçlarının haklarını koruyan yasaların çıkartması ile başlıyor, devamında, mühendisler bu işin ana vatanı sayılan İtalya’da eğitime dahi gönderiliyor. Günümüzde ise ülkemizde, ortalama 1 milyon tonu aşan tane zeytin üretimi ile dünyada üretici ülkeler arasında 4.sırada yer almaktadır. Dünyadaki zeytin ağaçlarının da %9’u  yaklaşık 160 milyon zeytin ağacı ülkemizde bulunmaktadır.

Bunlara ek olarak Marmara Birlik Akademi sektör raporunda ülkemizde 2013 yılı ÇKS (Çiftçi Kayıt Sistemi) verilerine göre 185.796 aile zeytin tarımı ile geçimini sağladığı söyleniyor. Bu sayı geçen 4 yıl içerisinde artış gösterdi.  Zeytincilik en çok Ege ve Akdeniz bölgelerinde yapılıyor, bu bölgelerdeki yüzlerce aile ölümsüz ağaç sayesinde evlerine ekmek götürebilmektedir. Zeytin ağacı doğaya katkısı da yadsınamayacak kadar büyük olan ve ülkemiz için bu denli kıymetli bir ağaçtır.

Zeytin Ağacının Doğaya Ve İnsana Katkıları Nelerdir?

Zeytin ağaçlarının katkılarını saymakla bitiremeyiz, ama biz başlıca bilinen bazı özelliklerini size hatırlatmak istedik.

Zeytin ağaçları kurak arazilerde yaşayabilen, toprak açısından seçici olmayan, hiçbir ilaca gerek duymadan büyüyebilen bir ağaçtır. Aslında sulu arazileri sevmesine rağmen susuzluğa karşı dirençli bir yapıları vardır.

Tarımsal Araştırma Örgütü‘nün İsrail’de yaptığı bir çalışmada, çölleşen arazilerde de kullanıma uygun bir ağaç olarak görülmüş.

Bunlara ek olarak zeytin ağaçları yetiştirmelerinde ilaç kabul etmemesi;  sağlık  ve kozmetik sektöründeki kullanımında tercih sebebidir. Zeytin iklim koşullarının dengede kalmasını sağlaması ve gerekli koşullar sağlandığında yüzlerce yıl yaşayabilme özelliğine de sahip. Bu kadar uzun süre yaşayabildiği için ölümsüz ağaç unvanına sahiptir.

Zeytin ağacının meyvesinden altın sıvı denilen ve her derde deva olarak sayılan zeytinyağı üretiliyor. Yaprağı kozmetik sanayinden, çay sektörüne kadar birçok alanda kullanılıyor. Meyvesi zeytin, sofralara konuk oluyor. Kısacası yaprağından meyvesine, başlı başına kendisi dahi çok faydalı, zeytinin, zeytinyağının, hatta zeytin yapraklarının dahi insan sağlığına bin bir faydası mevcut, kalp sisteminden dolaşım sistemi, cilt hastalıklarından mide rahatsızlıklarına kadar saymakla  bitmeyen yararları mevcuttur.

Mevcut Yasa Metni Ve Değiştirilmesi Talep Edilen Yasa Değişikliği Hakkında

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ nca hazırlanan Elektrik Piyasası Kanunu ile 3573 Sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılması Hakkında Kanunda Değişikliğe Dair Kanun Tasarısı”nın 4. maddesi ile zeytin alanlarında, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın izniyle, tesisler yapılabileceği hükmünün getirilmesi gündeme gelmişti.

Yapılacak düzenlemenin hayata geçmesi durumunda, 25 dönümden az büyüklükteki zeytin bahçeleri ‘zeytinlik‘ statüsünden çıkartılarak, sıradan arazi olarak kabul edilecek. Kamu yararı görülmesi durumunda ise, bu alanlarda enerji ve yapılaşma faaliyetlerine izin çıkacak. Türkiye dünyanın dördüncü büyük zeytin üreticisi. Yaklaşık 500 bin üreticiyle 160 milyondan fazla ağaçla zeytin üretiyor. Türkiye‘deki zeytinliklerin ortalama büyüklüğü 10 dönüm civarında, tasarıya göre buralar zeytinlik olarak sayılmıyor.

3573 Sayılı Mecut Yasa’nın 20. Maddesinde, ‘Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mani olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez. Bu alanlarda yapılacak zeytinyağı fabrikaları ile küçük ölçekli tarımsal sanayi işletmeleri yapımı ve işletilmesi Tarım ve Köyişleri Bakanlığının iznine bağlıdır. Zeytincilik sahaları daraltılamaz.’ denilmektedir.

Yeni Yasa Tasarısı kanunlaşırsa ‘Kamu Yararı’ görülmesi durumunda; zeytinliklerde madencilik faaliyeti yapılmasının önünü açıldığı gibi bu alanlarda, petrol ve doğalgaz işletme faaliyetleri, jeotermal, savunmaya yönelik stratejik ihtiyaçlar, yol, altyapı ve üst yapı faaliyetleri ve elektrik üretimine izin çıkmış olacaktır.

Peki, Bundan Sonraki Süreç Nasıl Olacak?

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nca hazırlanan, 25 dönümden küçük zeytinliklerde maden ve enerji yatırımlarına izin veren yasa tasarısı büyük tepkilere yol açmıştı. Zeytinliklerin durumu Meclis’in tatile girmesiyle yeni yasama yılına kaldı. Yeni yasama yılında sürecin nasıl olacağını hep birlikte izleyeceğiz.

Son olarak belirtmek istediğimiz husus, birçok insanın ekmek kapısı olan ve mutfağımızda, sağlığımızda, kozmetik sektörümüzde, Ege yollarımızda kısacası hayatımızda bu denli önemli bir yere sahip olan zeytin ağaçlarımızın korunması gerektiği ve gelecek nesillere bunları emanet etmemiz gerektiğiniunutmamalı ve bu ağaçların varlıklarını kültürel mirasımız olarak korumalıyız.

Av. Şefik ZİROĞLU – Stj. Av. Selin Umutlu

 

PDF İNDİR

Miras Kalan Arazilerin, ‘Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’ Kapsamında İncelemesi

Miras Kalan Arazilerin, ‘Toprak Koruma Ve Arazi Kullanımı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’ Kapsamında İncelemesi

Bu başlık altındaki incelememize kanun maddesinde yapılan değişikliğin yorumlanmasıyla başlayacağız.

Bilindiği üzere ‘Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’TBMM’den geçerek 15 Mayıs 2014 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu kanun kapsamında miras kalan arazilerin paylaşımı ile ilgili esaslar yeniden belirlenmiştir.

Peki nedir bu değişiklikler? Öncelikle yapılan değişiklikle ‘Asgari Tarımsal Arazi Büyüklüğü’ ve ‘Yeter Gelirli Tarımsal Arazi Büyüklüğü’ kavramları yeniden tanımlanmıştır. Buna göre;

  • Asgari Tarımsal Arazi Büyüklüğü: ‘Üretim faaliyet ve girdileri rasyonel ve ekonomik olarak kullanıldığı takdirde, bir tarımsal arazide elde edilen verimliliğin, söz konusu tarımsal arazinin daha fazla küçülmesi hâlinde elde edilemeyeceği Bakanlıkça belirlenen en küçük tarımsal parsel büyüklüğünü’
  • Yeter Gelirli Tarımsal Arazi Büyüklüğü ise :‘Bölge farklılıkları göz önünde bulundurularak il ve ilçelerin ekli listede belirlenen yeter gelirli tarımsal arazi büyüklüklerini’ ifade etmektedir.

5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununu ve uygulama yönetmelikleri gereğince miras kalan arazilerin paylaşımında; mirasa konu tarımsal arazi ve yeter gelirli tarımsal arazilerde mülkiyetin tamamının devredilmesi gerekiyor.İlgili kanunun 8/A bendine eklenen hükme göre ‘İl ve ilçelerin yeter gelirli tarımsal arazi büyüklükleri bölge farklılıkları göz önünde bulundurularak bu Kanuna ekli  listede belirlenmiştir. Tarımsal araziler bu Kanuna ekli listede belirlenen yeter gelirli tarımsal arazi büyüklüklerinin altında ifraz edilemez, bölünemez.’ denilerek belirlenen oranların altındaki arazilerin bölünemeyeceği net bir şekilde belirtilmiştir. Fakat bu aşamada gözden kaçırılmaması gereken bir diğer husus da; yeter gelirli tarımsal arazi büyüklüklerinin hesaplanmasında, aynı kişiye ait ve Bakanlıkça aralarında ekonomik bütünlük bulunduğu tespit edilen tarım arazilerinin birlikte değerlendirilebilmesine imkan tanınmasıdır.Bu kapsamda yeter gelirli tarımsal arazilerin ekonomik bütünlüğe sahip olmayan kısımlarının, Bakanlığın izni ile satılabilmesinin de önü açılmıştır.

Bu kapsamda; kanuna göre asgari tarımsal arazi büyüklüğü, bölge ve yörelerin toplumsal, ekonomik, ekolojik ve teknik özellikleri gözetilerek Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nca belirlenmiştir. Belirlenen asgari büyüklüğe erişmiş tarımsal araziler, bölünemez eşya niteliği kazanmıştır. Tarım arazilerinin Bakanlıkça belirlenen büyüklüklerin altında ifraz edilemeyeği ve hisselendirilemeyeceği kararlaştırılmıştır. Mirasa konu tarımsal arazi ve yeter gelirli tarımsal arazilerde mülkiyetin devrinin esas olması ve mirasçılar arasında anlaşma sağlanması halinde, mülkiyeti devir işlemleri mirasın açılmasından itibaren bir yıl içerisinde tamamlanması gerekmektedir.

Kanunda yapılan değişiklikler gereğince 15 Mayıs 2014 tarihinden sonra ölen ve 1 yıllık süre içinde intikal işlemlerini başlattığı tespit edilen mirasçılara 3 ay içinde intikal işlemlerini tamamlamaları gerektiği konusunda Bakanlık tarafından tebligat gönderilmektedir.  Gönderilen tebligatta mirasçılar arasında mirasa konu tarımsal arazileri için; Miras kalan tarımsal arazinin seçilen bir mirasçıya devredilmesi,  Miras kalan tarımsal arazinin üçüncü bir şahsa satılması,  Miras kalan tarımsal arazisi için noterde aile mal ortaklığının kurulması veya Miras kalan tarımsal arazisi için limited şirketi kurulması.’ Olmak üzere dört farklı anlaşma yolu gösterilmektedir.

Mirasçılar Arasında Anlaşma Sağlanamaması Durumu

Mirasçıların arasında anlaşma sağlanamaması durumunda ise, mirasçılardan her birinin yetkili Sulh Hukuk Mahkemesi nezdinde dava açma hakkı mevcuttur. Davanın açılması halinde hakim yargılama sonucunda dava konusu arazinin;

  • Kişisel yetenek ve durumları göz önünde tutulmak suretiyle tespit edilen ehil mirasçıya tarımsal gelir değeri üzerinden devrine, birden çok ehil mirasçının bulunması hâlinde, öncelikle asgari geçimini bu yeter gelirli tarımsal arazilerden sağlayan mirasçıya, bunun bulunmaması hâlinde bu mirasçılar arasından en yüksek bedeli teklif eden mirasçıya devrine, ehil mirasçı olmaması hâlinde, mirasçılar arasından en yüksek bedeli teklif eden mirasçıya devrine karar verebilir.
  • Birden fazla ehil mirasçı olması ve bu mirasçıların miras dışı tarımsal arazilere sahip olması durumunda, bu mirasçıların mevcut arazilerini yeter gelirli büyüklüğe ulaştırmak veya bu arazilerin ekonomik olarak işletilmesine katkı sağlamak amacıyla hâkim, tarım arazilerinin yeter gelir büyüklüğünü aramaksızın bu mirasçılara devrine karar verebilir.
  • Mirasa konu yeter gelirli tarımsal arazinin kendisine devrini talep eden mirasçı bulunmadığı takdirde, hâkim satışına karar verir. Bu suretle yapılacak satış sonucu elde edilen gelir, mirasçılara payları oranında paylaştırılır.
  • Yeter gelirli tarımsal araziler birden çok yeter geliri sağlayan tarımsal arazi büyüklüğüne bölünebiliyorsa, sulh hukuk hâkimi bunlardan her birinin mülkiyetinin, yukarıda belirtilen hükümler çerçevesinde mirasçılara ayrı ayrı devrine karar verebilir.

Devir İşlemlerinin 1 Yıl İçerisinde Tamamlanamaması Durumu

Mirasa konu tarımsal arazi ve yeter gelirli tarımsal arazilerde mülkiyetin devri esas olduğundan, mirasçıların arasında anlaşma sağlayamayıp mirasın açılmasından itibaren 1 yıl içerisinde devir işlemlerini tamamlayamaması ve mirasçılardan herhangi birinin de yetkili Sulh Hukuk Mahkemesi nezdinde dava açmaması durumunda, devreye Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı girmektedir.

Bu sürecin işleyişi ise şu şekildedir; yeter gelirli tarımsal arazi kanunda belirtilen sürede devredilmediğinin kamu kurum veya kuruluşları ile finans kurumları tarafından öğrenilmesi hâlinde, durum, bu kurum veya kuruluşlar tarafından derhâl Bakanlığa bildirilir. Bildirim tarihinden itibaren Bakanlık bu kanun hükümlerinin uygulanması için mirasçılara üç aylık süre verir. Verilen süre sonunda devir olmaması hâlindebahse konu araziler, Bakanlıkça resen veya bildirim üzerine;

  • İstemde bulunan ehil mirasçıya,
  • Ehil mirasçı olmaması durumunda ise en fazla teklifi veren istekli mirasçıya devredilir.

Mirasçılar tarafından bu aşamada da herhangi bir talep olmaması halinde miras kalan arazinin üçüncü kişilere satılması için Bakanlık tarafından, ilgili Sulh Hukuk Mahkemesi nezdinde dava açabilir.

Devir İle İlgili Açıklamalar

Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile yapılan değişikliklerle, aile malları ortaklığı veya kazanç paylı aile malları ortaklığı kurulduğu takdirde, ortaklardan birinin payını üçüncü bir kişiye satması hâlinde, diğer ortaklara önalım hakkı tanınmıştır. Aynı zamanda, tarımsal arazilerin satılması hâlinde sınırdaş tarımsal arazi maliklerine de önalım hakkı tanınmıştır. Fakat tarımsal arazi, sınırdaş maliklerden birine satıldığı takdirde, diğer sınırdaş malikler önalım haklarını kullanamayacaktır. Önalım hakkına sahip birden fazla sınırdaş tarımsal arazi malikinin bulunması hâlinde ise hâkim, tarımsal bütünlük arz eden sınırdaş arazi malikine önalıma konu tarımsal arazinin mülkiyetinin devrine karar verir.

Taşınırların devrinin nasıl yapılacağı da kanuna eklenen yeni düzenlemelerle belirlenmiştir. Yeter gelirli tarımsal arazinin mülkiyeti kendisine devredilen kişi, bu araziler için zorunlu olan araç, gereç ve hayvanların mülkiyetinin gerçek değerleri üzerinden kendisine devredilmesini isteyebilir.8/C maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi hükmü gereğince de mirasçılar arasında limited şirket kurulması hâlinde yeter gelirli tarımsal araziler için gerekli olan taşınırlar da şirket mal varlığına dâhil edilir.

Yeter gelirli tarımsal arazilere sıkı şekilde bağlı bir yan sınai işletme mevcut ise yan sınai işletme ile yeter gelirli tarımsal arazilerin mülkiyeti bir bütün olarak istemde bulunan ve ehil görülen mirasçıya gerçek değeri üzerinden devredilir. Burada adı geçen yan sınai işletme: ‘yeter gelirli tarımsal arazilere ait ürün depolama, koruma, işleme ve pazarlama gibi faaliyetlere yönelik tesisleri’ ifade etmektedir.Mirasçılardan birinin yan sinai işletmenin devrine itiraz etmesi veya birden çok mirasçının kendilerine devir istemesi hâlinde sulh hukuk hâkimi yeter gelirli tarımsal arazi ve yan sınai işletmenin ekonomik gelir ve bütünlüğünü sürdürme imkânını ve mirasçıların kişisel durumlarını göz önünde bulundurarak yan sınai işletmenin birlikte veya ayrı olarak devrine ya da satışına da karar verebilmektedir.

‘Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un yayımı tarihinde mirasçılar arasında henüz paylaşımı yapılmamış tarımsal arazilerin devir işlemleri, daha önceki kanun hükümlerine göre tamamlanacak. Bu kanunun yayımı tarihinden önce tarımsal arazilerin paylaşımına ilişkin açılan ve halen devam eden davalarda da önceki kanun hükümlerinin uygulanacağı ve yayım tarihinden itibaren 2 yıl içinde yapılacak devir işlemlerinin de harçlardan muaf olacağı kararlaştırılmıştır. Bahse konu 2 yıllık sürenin de Bakanlar Kurulu tarafından 4 yıla kadar uzatılabilmesi mümkündür.

Sonuç olarak yapılan düzenlemeler göz önünde tutulduğunda, tarım arazilerinin bölünmesinin engellenmek istendiği aşikardır. Bu kapsamda bir inceleme yapıldığında ortalama tarım işletmesi büyüklüğünün İngiltere’de 53.8, Fransa’da 52.1, Almanya’da 45.7, İspanya’da 23.8 hektar olduğunu, Türkiye’de ise bu rakamın sadece 5.9 hektar olduğunu belirtmek gerekir.Bu sebeple yapılan değişikliklerle Türkiye’nin tarım sektöründe diğer ülkelerle rekabet etmesi konusunda önemli bir adım atılmıştır.

Av. Şefik ZİROĞLU – Stj. Av. Mert KARABAYIR

PDF İNDİR

 

 

TARSİM – Tarım Sigortaları Havuzu

TARSİM – TARIM SİGORTALARI HAVUZU

S/1) TARSİM NEDİR?

Türkiye‘de devlet destekli tarım sigortası poliçelerinin üretim ve hasar işlemlerinin yapılması, riskin paylaştırılması ve reasürans koruması için kurulmuş olan havuza ‘Tarım Sigortaları Havuzu’ yani kısaca TARSİM diyebiliriz.

Basit anlamda ise sigorta yaptıran çiftçilere, prim desteği sağlanan ve teminat kapsamındaki bir risk nedeniyle hasar olması durumunda da, sigorta prensipleri ve teknikleri çerçevesinde, hasar tazminatı ödemesi yapılan bir sistemdir.

5363 Sayılı Tarım Sigortaları Kanunu ile “Tarımda Risk Yönetimi” yeni bir boyut ve ivme kazanmış olup, üreticilerin, kanunda belirtilen riskler nedeniyle uğrayacağı zararların tazmin edilmesini temin etmek ve prim desteği sağlamak üzere tarım sigortaları uygulamasına yönelik esaslar belirlenmiştir.

S/2) TARSİM’İN GÖREVLERİ NELERDİR?

14/06/2005 tarihli 5363 sayılı “Tarım Sigortaları Kanunu” uyarınca kurulmuş olan Tarsim’ingörevleri arasında;

  • Prim tahsilatı,
  • Hasar tespiti,
  • Tazminat ödemesi,
  • Reasürans teminatı bulma ve istatistiksel çalışmalar,
  • Reklam ve Fon yönetimi,

yer alır.

Bu işlemlerin uygulamaya geçirebilmek adına ise havuza bağlı Tarım Sigortaları Havuz İşletmesi A.Ş. kurulmuştur.Havuzun Yönetim Kurulu; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı’ndan ikişer, Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği, Türkiye Ziraat Odaları Birliği ve Tarım Sigortaları Havuz İşletmesi A.Ş’den birer olmak üzere toplam yedi üyeden oluşmaktadır.

Aslında bakılırsa modern bir risk yönetim şekli olan Tarım Sigortaları Havuzu ile sistem güvence altına alınmış, yaşanan risklere maruz kalan üreticilerin ürünleri teminat altına alınarak, üretimin sürdürülebilir olmasının sağlanması ve risklerden doğabilecek belirsiz kamu bütçe yükünün planlı hale getirilerek üreticilerin uzun vadeli gelir istikrarına kavuşturulması amaçlanmaktadır.

S/3) HANGİ TÜR SİGORTALAR BULUNMAKTADIR?

7 farklı sigorta türü bulunmaktadır.

  • Bitkisel Ürün Sigortası,
  • Sera Sigortası,
  • Büyükbaş Hayvan Sigortası,
  • Küçükbaş Hayvan Sigortası,
  • Kümes Hayvan Sigortası,
  • Arıcılık Sigortası,
  • Su Ürünleri Hayat Sigortası

S/4) PRİM ÖDEMELERİNDE DEVLET DESTEĞİ BULUNMAKTA MIDIR?

Ürünler, riskler, bölgeler ve işletme ölçekleri itibariyle, Devlet tarafından sağlanacak prim desteği miktarları, her yıl Havuz Yönetim Kurulu’nun teklifi ve Bakanlığın onayı üzerine, Bakanlar Kurulu tarafından belirlenmektedir.

2016 yılı itibariyle bitkisel ürünlerini, seralarını, büyük ve küçükbaş hayvanlarını, kümes hayvanlarını ve su ürünlerini sigortalayan üreticilerin ödemesi gereken sigorta priminin %50’si (don teminatında 2/3’ü), Devlet tarafından karşılıksız destek olarak karşılanmaktadır. Amaç; üreticileri, sigorta yaptırmaya teşvik etmektir.

S/5) TARSİM HANGİ RİZİKOLARI TEMİNAT ALTINA ALIYOR?

Sistem bitkisel ürünleri ve büyükbaş/küçükbaş hayvanları sigorta altına almaktadır.

Bitkisel Ürünler Sigortası; dolu, fırtına, hortum, yangın, heyelan, deprem, sel ve su baskını zararlarını,  yaş meyve, sebze ve kesme çiçekler için; doludan kaynaklanan kalite kaybı risklerini, açık alanda meyveler için; ilave olarak don riskini tazmin ediyor.

Ayrıca sigortaya kabulü uygun görülen seralardaki örtü, iskelet, teknik donanım ve ürüne; fırtına,  hortum, yangın, heyelan, deprem, taşıt çarpması, kar ve dolu ağırlığı ile sel ve su baskınının verdiği zararlar teminat altına alınıyor.

Büyük ve Küçükbaş Hayvanlarda ise; ihbarı mecburi hastalıklar hariç olmak üzere, her türlü hayvan hastalıkları ve gebelik, doğum veya cerrahi müdahale sonucu ölüm, yavru atma ve yavru ölümü, her türlü kaza, yılan ve böcek sokması, zehirli çayır otları ve yeme bağlı zehirlenmeler, her türlü doğal afetler ve güneş çarpması ve yangın veya infilak sebebiyle meydana gelen ölümler ve mecburi kesimler nedeniyle, sigortalının, doğrudan doğruya uğradığı maddi zararı temin ediyor. Kümes hayvanları ve su ürünleri, ölüm riskine karşı hayat sigortası kapsamında güvence altında bulunuyor.

S/6) HASAR BİLDİRİMLERİ NE ZAMANA KADAR YAPILABİLİYOR?

Bu kapsamda yaşanması muhtemel risklere karşı Bitkisel Ürün Sigortalarında; poliçede üreticinin kendi iradesiyle beyan ettiği hasat tarihinden sonra ve hasat tarihini müteakip dosyanın ikmalinden sonraki 1 Ay içerisinde; Hayvan Hayat Sigortalarında ise, dosya ikmal edildikten sonraki 1 Ay içerisinde hasar/tazminat ödemeleri gerçekleştirilebilmektedir.

S/7) TARSİM HAKKINDA YAPILAN YASAL DÜZENLEMELER NELERDİR?

– 5363 Sayılı Tarım Sigortaları Kanunu,

-Tarım Sigortaları Havuzu Çalışma Usul ve Esasları Hakkında

Yönetmelik,

-Tarım Sigortaları Uygulama Yönetmeliği ,

-‘‘Tarım Sigortaları Havuzu Tarafından Kapsama Alınacak Riskler,

Ürünler ve Bölgeler ile Prim Desteği Oranlarına İlişkin” Bakanlar

Kurulu Kararı,

-Yapılan Sözleşmeler, bu kapsamda ortaya konan yasal düzenlemelerdir.

Ticari ve Özel Sigorta Şirketleri aracılığıyla hayata geçirilen sistemde, sigortalananların aracı şirketlere karşı haklarını irdelemek gerekirse; Tarım Sigortaları Havuzu tarafından yetkilendirilen Ticari Sigorta Şirketlerinin rolü aldıkları komisyon ücreti karşılığında aracılık hizmeti vermesi şeklindedir.Poliçe düzenlerken, devlet destekli bu sigorta sistemini çiftçiye/üreticiye doğru, eksiksiz ve hatasız bir şekilde anlatmakla mükelleftirler.Bu sigorta şirketlerinin Tarım Sigortaları Havuzu adına, standart poliçe düzenlemek ve bir suretini üreticiye/çiftçiye/sigortalıya vermek, sigortalıdan alınacak poliçe prim bedellerini tahsil ederek, kanuni süresi içinde, havuz hesabına aktarmak ve sigortalının hasar ihbarlarını, TARSİM’in İstanbul’daki merkezine iletmek sorumlulukları arasındadır. Bahse konu şirketlerin bunun dışında, başka bir yetki ve sorumlulukları bulunmamaktadır.

S/8) VATANDAŞLARIMIZIN TARSİM’E İLGİSİ NE BOYUTTA?

Tarsim sistemine devletin vermiş olduğu katkı ile talebin her geçen gün arttığını söyleyebiliriz. Tarsim’in çiftçi/üreticiye sağladığı faydanın ve sisteme gösterilen ilginin boyutunu istatistiksel olarak arttığını belirtebiliriz, 2015 yılı tahmini verilerine bakıldığı zaman yaklaşık 1.375.300 adet poliçe yapıldığı, 19.250.000 dakarlık alanın sigortalandığı, yaklaşık 960.000.000-TL’lik prim ödemesinin gerçekleştiği (önceki seneye oranla tahminen %35 artış gösterdiği), sistem tarafından da sigortalılarayaklaşık 720.000.000-TL’lik hasar/tazminat ödemesi yapıldığı (önceki seneye oranla tahminen %42 artış gösterdiği)gözlenmektedir.

Av. Şefik ZİROĞLU

www.sefikziroglu.av.tr

 

PDF İNDİR

Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu (IPARD Prgoramı)

PDF Olarak Görüntüle

 

TARIM VE KIRSAL KALKINMAYI DESTEKLEME KURUMU  (IPARD PROGRAMI)

Değerli Okuyucular, bu yazımızda tarım sektöründe önem taşıdığını düşündüğümüz Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu (IPARD) hakkında sizleri bilgilendirmeye çalışacağız.

IPARD NEDİR?

IPA’nın temel amacı aday ülkeleri üyelik sonrası yapısal ve uyum fonlarının programlaması, yönetimi ve uygulamasına hazırlamak ve bu sayede AB Mali Yardımlarının daha yüksek derecede tutarlılığı ve koordinasyonu sağlamak olarak açıklanabilir. Özetle, IPA aday ülkelerin Avrupa Birliği üyeliğine mali olarak hazırlanmalarına destek sağlar.

Aday ülkeler ve potansiyel aday ülkelere yönelik IPA kapsamında yardım sağlanacak beş bileşen ve bu bileşenlerin yönetimlerinden sorumlu program otoriteleri belirlendi:

Bu otoriteler aşağıdaki gibidir;

  1. Geçiş Dönemi Desteği ve Kurumsal Yapılanma – Avrupa Birliği Bakanlığı
  2. Bölgesel ve Sınır Ötesi İşbirliği – Avrupa Birliği Bakanlığı
  3. Bölgesel Kalkınma
  • Çevre Operasyonel Programı – Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
  • Ulaştırma Operasyonel Programı – Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı
  • Bölgesel Rekabet Edebilirlik Operasyonel Programı – Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
  1. İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesi – Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı,
  2. Kırsal Kalkınma – Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı

IPARD, Avrupa Birliği (AB) tarafından aday ve potansiyel aday ülkelere destek olmak amacıyla oluşturulan, Avrupa Birliği (AB) ye Katılım Öncesi Mali işletmelerin ilgili topluluk standartlarına yükseltilmesi amacı ile TKDK Kamu Tüzel Kişiliği ve Avrupa Birliği(AB) Komisyonunca gerçekleştirilen karşılıksız bir kredidir. (AB 1085/2006 KONSEY TÜZÜĞÜ)

Avrupa Birliği daha önce çeşitli programlar altında aday ve potansiyel aday ülkelere sağladığı mali yardımları 2007 yılı itibariyle yeni bir mali perspektif çerçevesinde Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA) adı altında birleştirmiştir. Daha önceleri, PHARE, ISPA, CARDS, SAPARD, gibi farklı adlara sağlanmakta olan katılım öncesi mali yardımlar, Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA) adı altında birleştirildi. Avrupa Birliği 2007-2013 dönemi için aday (Türkiye, Hırvatistan ve Makedonya) ve potansiyel aday (Arnavutluk, Bosna Hersek, Sırbistan, Karadağ ve Kosova) ülkelere sağladığı tüm katılım öncesi mali yardımları IPA adı altında tek bir çerçevede topladı.

Söz konusu faaliyetlerin gerçekleştirilmesi amacıyla, 4 Mayıs 2007 tarihinde TBMM tarafından kabul edilen 5648 sayılı “Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” 18/05/2007 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

IPARD kapsamındaki mali destekler karşılıksız olmakla birlikte şartlı ve mükellefiyetlidir. Şöyle ki destekleme kararı alındıktan sonra imzalanacak sözleşmelerde belirtilen hususlara uyulması durumunda destekler karşılıksız yani geri ödemesiz olarak verilecektir. Sözleşme hükümlerinin ihlali durumlarında ise sağlanmış mali desteklerin varsa gecikme zammı ile birlikte geri alımı söz konusudur.

Avrupa Birliğinde kırsal kalkınma politikalarının hedefleri nelerdir?

– Tarım ve orman sektörünün güçlendirilmesi.
– Kırsal alanların rekabet gücünün artırılması.
– Çevrenin, kırsal mirasın ve doğal kaynakların korunması hedeflenmektedir.

Proje başvurusu için hangi kriterler aranmaktadır?

  • Ulusal kanunlarca tanınmış özel ve tüzel kişiler başvuru yapabiliyor.
  • Hibe desteği karan alındığında, proje sahibi 65 yaşından büyük olmayacak.
  • Bakanlık kayıt sistemine kayıtlı olmak gerekiyor.
  • Çiftçi Kayıt Sistemi ya da diğer kayıt sistemlerinden herhangi birine kayıtlı değilseniz, son başvuru tarihinden önce kayıt olmanız ve ilgili belgeyi hibe başvurusuyla birlikte sunmanız gerekiyor.
  • Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu’nun istediği formatta bir iş planı hazırlanması gerekiyor.
  • Proje sonunda işletmenin ekonomik olarak sürdürülebilir olduğu iş planında gösterilmeli.
  • Proje sahibinin başvurusunu teslim ettiğinde devlete herhangi bir vergi veya sosyal güvenlik prim borcu olmaması şart.
  • İşletme sahibi 250’den az kişi istihdam etmeli ve yıllık ciro ya da bilançosu 25 milyon TL’yi aşmamalı.
  • Yeni işletme kurulmasına, sadece ilde kapasite fazlası olmaması durumunda destek veriliyor.
  • Faydalanın, ödemenin yapılmasından sonraki 5 yıl boyunca yatırımı koruyacağını ve çok önemli değişiklikler yapmayacağını taahhüt etmesi gerekiyor.

 

IPARD Programı Kapsamında Desteklenen Harcamalar Nelerdir?

4 tür uygun harcama vardır. Bunlar:

  1. Yapım işleri,
  2. Makine-Ekipman Alımı,
  3. Hizmet Alımı,
  4. Proje Görünürlük harcamalarıdır.
  • Arazi ve mevcut binaların satın alınması,
  • İkinci el makine ve ekipman alımı,
  • Canlı hayvan satın alınması,
  • Zirai ürün haklarının, yıllık bitkilerin ve onların ekimlerinin satın alınması,
  • KDV ve ÖTV dâhil olmak üzere vergi ve harçlar,
  • Gümrük resmi ve ithalat vergileri,
  • İşletme giderleri,
  • Bakım ve amortisman giderleri,
  • Her türlü kira gideri,
  • Banka ücretleri, teminat masrafları ve benzeri ücretler,
  • Döviz-TL ile ilgili dönüşüm masrafları, ücretleri ve kambiyo kayıpları,
  • Para cezaları, mali cezalar ve dava masrafları,
  • Faydalanıcı tarafından yapılan ayni katkılar,
  • İdarenin yardımın yönetimi ve uygulanmasından doğan herhangi bir masrafı, yani işleyiş Yapısının ve özellikle genel giderler, kira giderleri ve yönetim, uygulama, izleme ve kontrol işinde istihdam edilen personelin maaşları.
  • Başvuru Sahibinin, proje uygulaması sırasında yapacağı harcamalara ilişkin tüm vergiler uygun harcamalar olmayıp destek kapsamı dışındadır. Bununla birlikte, söz konusu harcamalar açısından istisna ve muafiyet sağlanan durumlara ilişkin düzenlemeler, Maliye Bakanlığınca gerçekleştirilmektedir.
  • Sigorta giderleri IPARD Programı kapsamında uygun harcama değildir.
  • Ayni katkılar uygun maliyet olarak değerlendirilmeyecek, bu katkılar, faydalanıcı tarafından sağlanan eş finansman olarak kabul edilmeyecektir. Bununla birlikte, destek verilmesi durumunda, faydalanıcı başvuru formunda belirttiği bu katkıları üstlenmek zorundadır.

IPARD Programının Uygulanacağı İller Hangileridir?

1.Uygulama Dönemi: (20 İl)

  • Afyon, Amasya, Balıkesir, Çorum, Diyarbakır, Erzurum, Hatay, Isparta, Kahramanmaraş, Kars, Konya, Malatya, Ordu, Samsun, Şanlıurfa, Sivas, Tokat, Trabzon, Van, Yozgat.

2.Uygulama Dönemi: (22 İl)

  • Ağrı, Aksaray, Ankara, Ardahan, Aydın, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Denizli, Elazığ, Erzincan, Giresun, Karaman, Kastamonu, Kütahya, Manisa, Mardin, Mersin, Muş, Nevşehir, Uşak.

Yazımızı noktalamadan önce son olarak belirtmek istediğimiz husus, IPARD programı kapsamında imza atılan sözleşme hükümlerine uygun davranmak önem teşkil etmektedir. Programın kullanılmasında artış ile çok sayıda sözleşmeye aykırılıkların meydana geleceğini ve bu konu hakkında ileri çok sayılı hukuki ihtilafın mahkemelere yansıyacağı düşüncesindeyiz.

 

Av. Şefik ZİROĞLU – Stj. Av. Işıl ÇETİNKAYA

 

PDF İNDİR

 

 

 

Avrupa Birliği Uyum Süreci ve Tarım Hukuku

AVRUPA BİRLİĞİ UYUM SÜRECİ VE TARIM HUKUKU

Avrupa Birliği başta olmak üzere diğer birçok hukuk sisteminde modern tarım hukuku anlayışının bugünkü yapısı özel kanunlarla düzenlenmektedir. Türkiye açısından bakıldığında pekâlâ Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana tarım sektörü için çeşitli destekleme politikaları uygulanmaya çalışılmış olup, öte yandan, Türk Tarım sektörünün mevcut yapısı Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde olduğumuz şu günlerde önemli bir sorun teşkil etmektedir. Bu nedenledir ki Türk tarım politikasının Avrupa Birliği’ne uyumu için gerekli olan düzenlemelerin yapılması amaçlı gayret gösterilmesi kaçınılmaz olacaktır.

Bu bağlamda yapılmış, en büyük çalışmalardan biri, tarım ürünleri hakkında ortak piyasanın işleyişi ve gelişimi amaçlı Ortak Tarım Politikası’nın oluşturulmuş olmasıdır. Söz konusu Ortak Tarım Politikası’nın kapsamını en kolay ve en doğru biçimde anlayabilmek için, amaçlarının incelenmesi gerekmektedir.

 

ORTAK TARIM POLİTİKASININ AMAÇLARI

Roma Anlaşmasıyla 1957 yılında yasal çerçevesi çizilmiş olan Ortak Tarım Politikası, ilk olarak 1967 yılında ortak piyasa düzeninin oluşturulması ile resmen hayata geçmiştir. Roma Antlaşmasının 39.Maddesine göre ortak tarım politikasının amaçları aşağıda belirtilmiştir:

  • Üretim faktörlerinin verimliliğini ve üretimi artırmak,
  • Tarımsal üretimde kendi kendine yeterli hale gelmek,
  • Üreticilerin gelir ve yaşam düzeylerini yükseltirken tüketicilerin de uygun fiyatlarla tarım ürünlerini alabilmelerini sağlamak,
  • Arzda ve üretimde sürekliliği sağlamak,
  • Fiyat istikrarı sağlayarak, piyasalarda kararlılığı temin etmek

 

BU SÜREÇTE YAPILMASI GEREKENLER

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde uyumluluk sağlaması gereken ana politika alanlarından biri de tarımdır. Bu uyum sürecinde ticarette yaşanan sorunlar, altyapı eksiklikleri ve benzeri engellerin ortadan kaldırılmasına yönelik bir takım çözüm önerileri sunmak zorunlu bir hal almıştır. Atılması gereken adımlar şu şekilde sıralanabilir:

  • Köye Dönüş Projeleri desteklenmeli,
  • Kırsal ve tarımsal veri tabanı oluşturulmalı,
  • Kırsal yerleşim planlaması yapılması ve köylerin yenilenmesi ve geliştirilmesi sağlanmalı,
  • Tarımsal alan ve işletmelerin küçülmesi önlenmeli,
  • Tarımsal işletmelerde fiziksel altyapı yatırımları geliştirilmeli,
  • Tarımsal sulama ağı yaygınlaştırılmalı ve etkin su kullanımı sağlanmalı,
  • Pazar ihtiyaçlarına göre üretim planlaması yapılmalı ve üretim çeşitlendirilmeli,
  • İşlemeli tarıma elverişli olmayan alanlarda küçükbaş hayvancılık, arıcılık faaliyetleri  geliştirilmeli,
  • Küçük ve orta ölçekli tarımsal sanayinin gelişmesi desteklenmeli,
  • Yeterli ve güvenilir gıdanın temini için gerekli alt yapı geliştirilerek pazar etkinliği artırılmalı,
  • Sözleşmeli üretim yaygınlaştırılmalı,
  • Stratejik, ekonomik ve avantajlı ürünlerin üretimi artırılmalı,
  • Ürün borsaları kurularak fiyatların serbest piyasada oluşması sağlanmalı,
  • Organik ve iyi tarım uygulamaları desteklenerek yaygınlaştırılmalı,
  • Eğitim ve yayım faaliyetleri güçlendirilerek yaygınlaştırılmalı,
  • Kırsal alanda eğitimin kurumsal ve yasal alt yapısı güçlendirilmeli,
  • Mesleki eğitim faaliyetleri artırılmalı,
  • Katılımcı örgütlenme (Kooperatif ve birlik gibi) geliştirilip, yaygınlaştırılmalıdır.

 

                                                           Av. Dr. Mert VAN – Av. Şefik ZiROĞLU

PDF İNDİR

Mevsimlik İşlerde Kıdem Tazminatı

I- GİRİŞ

 

4857 sayılı İş Kanunu’nda kıdem tazminatı ile ilgili düzenlemelere yer verilmemiş olmakla birlikte Kanun’un geçici 6. maddesinde kıdem tazminatı için bir kıdem tazminatı fonu kurulacağı, kıdem tazminatı fonuna ilişkin Kanun’un yürürlüğe gireceği tarihe kadar işçilerin kıdemleri için 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14. maddesi hükümlerine göre kıdem tazminatı haklarının saklı olduğu belirtilmiştir. Kıdem tazminatı fonuna ilişkin düzenleme yürürlüğe girmediğinden, işçilerin kıdem tazminatına ilişkin hakları 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14. maddesi kapsamında işlem görmeye devam etmektedir. Kıdem tazminatı konusu iş hayatında en çok tartışılan konulardan birisidir. Kimlerin kıdem tazminatını hak ettiği, kimlerin hak etmediği hususu idare ve yargı organlarının üzerinde en çok durduğu konulardan birisi olma özelliğini korumaya devam etmektedir. Bu bağlamda, binlerce işçinin istihdam edildiği mevsimlik işlerde çalıştırılan işçilerin iş görme yükümlülüklerinin mevsimle birlikte sona ermesiyle, yeni sezonda işe alınmayan işçilerin kıdem tazminatına hak kazanıp kazanamayacakları konusu tartışılmaya muhtaç konulardan birisidir. Ancak mevsimlik işlerde çalıştırılan işçilerin kıdem tazminatı sorunu ile ilgili değerlendirmelere geçmeden önce kıdem tazminatına hak kazanılması için gerekli şartların kısaca hatırlatılmasında fayda bulunmaktadır.

 

II- KIDEM TAZMİNATI İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR

1475 sayılı Kanun’un 14. maddesine göre; işçilerin işe başladığı tarihten itibaren hizmet akitlerinin devamı süresince geçen her tam yıl için işverenlerce işçilere ödenmesi gereken 30 günlük ücret tutarındaki tazminata kıdem tazminatı adı verilmektedir. İşçilerin söz konusu tazminatı hak edebilmeleri için İş Kanunu’na tabi bir işte(1) en az bir yıl çalışılması ön şartının dışında;

1- İş akitlerinin,

a- İşveren tarafından 4857 sayılı Kanun’un 25. maddesinin II numaralı bendinde(2) sayılan nedenler (ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri) dışında,

b- İşçi tarafından 4857 sayılı Kanun’un 24. maddesinde belirtilen (sağlık sebepleri, ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri, zorlayıcı sebepler) nedenlerle,

c- Muvazzaf askerlik hizmeti dolayısıyla,

d- Bağlı bulundukları kanunla kurulu kurum veya sandıklardan yaşlılık, emeklilik veya malullük aylığı yahut toptan ödeme almak amacıyla,

e- 506 sayılı Kanun’un 60. maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (a) ve (b) alt bentlerinde öngörülen yaşlar dışında kalan diğer şartları veya aynı Kanun’un geçici 81. maddesine göre yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını tamamlayarak kendi istekleri ile işten ayrılmaları nedeniyle

feshedilmesi,

1- Kadın işçinin iş akdini evlendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile sona erdirmesi,

2- İşçinin ölümü sebebiyle iş akdinin son bulması

şartlarından en az birinin gerçekleşmesi gerekmektedir. İş akdinin yukarıda sayılanlar dışında bir sebeple sona ermesi halinde kıdem tazminatından bahsedilmesi imkanı bulunmamaktadır.

Bu bağlamda belirli süreli iş akitlerinde sürenin dolması ile sona eren iş akdi sonrası kıdem tazminatı ödenmesine gerek bulunmamaktadır.

 

III- MEVSİMLİK İŞLER

4857 sayılı İş Kanunu’nda mevsimlik işin tanımı yapılmamıştır. Ancak yargı organlarınca verilen kararlar sırasında da faydalanılan görüşe göre, “Mevsimlik işler, faaliyetin sadece yılın belirli bir döneminde sürdürüldüğü veya tüm yıl boyunca çalışılmakla birlikte faaliyetin yılın belirli dönemlerinde yoğunlaştığı işyerlerinde yapılan işler olarak tanımlanabilir. Söz konusu dönem­ler işin niteliğine göre uzun veya kısa olabilir. Mevsimlik işlerin özelliğini yılın belirli bir döneminde periyodik, düzenli olarak tekrarlanması oluşturur. Genellikle oteller, plajlar ve eğlence yerlerinde, gıda, inşaat, deri, tarım ve orman­cılık işkolunda mevsimlik iş akitleri yapılmaktadır.”(3)

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin bir Kararı’nda(4) mevzuatta herhangi bir işin mevsimlik iş olduğuna ilişkin bir tanım ya da düzenlemenin mevcut olmadığı, gelişen çalışma koşullarına ve doktrine paralel olarak Dairenin, yılın belirli dönemlerinde yoğunlaşan, yılın belirli dönemlerinde ise azalan yada tamamen sona eren ancak bu durumun her yıl sürekli olarak tekrarlandığı işlerin mevsimlik işler olduğu görüşünü benimsediği belirtilmiştir.

 

IV- MEVSİMLİK İŞLERDE AK-TİN BELİRLİ SÜRELİ OLUP OLMADIĞINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME

Mevsimlik işlerde çalıştırılan işçilerle yapılan akitlerinin belirli süreli mi yoksa belirsiz süreli mi olduğu önem arz etmektedir. Mevsimlik işlerin sırf mevsimlik olmaları nedeniyle belirli süreli iş akdi kapsamında oldukları değerlendirilirse, mevsimin son bulmasıyla işten ayrılmak zorunda kalıp bir daha işe başlatılmayan işçilerin kıdem tazminatı hakkından bahsedilemeyecektir. Zira belirli süreli iş akitlerinde sürenin bitmesiyle işten ayrılan işçilere kıdem tazminatı ödenmemektedir (1475 sayılı Kanun md. 14).

Mevsimlik işlerde çalıştırılan işçilerle yapılan akitlerin belirsiz sürelimi olduğu yoksa belirli süreli iş akdimi olduğu meselesine girmeden önce her iki akit türüne kısaca değinilmesi gerekmektedir.

4957 sayılı İş Kanunu’nun 11. maddesinde; iş ilişkisinin bir süreye bağlı olarak yapılmadığı halde sözleşmenin belirsiz süreli sayılacağı, belirli süreli işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı şekilde yapılan iş sözleşmesinin belirli süreli iş sözleşmesi olduğu belirtilmiş, belirli süreli iş sözleşmesinin, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamayacağı, aksi halde iş sözleşmesinin başlangıçtan itibaren belirsiz süreli kabul edileceği, esaslı nedene dayalı zincirleme iş sözleşmelerinin belirli süreli olma özelliğini koruyacakları hüküm altına alınmıştır.

İlk bakışta, mevsimlik işlerin sürekli olmaması yılın belli dönemlerinde faaliyet gösterilmesi nedeniyle, bu işlerde çalıştırılan işçilerle yapılan akitlerin belirli süreli olduğu ileri sürülebilirse de, bu yaklaşımın doğru değildir. Zira belirsiz süreli bir akit kurulabilmesi için işçinin iş görme edimini yılın tüm aylarında gerçekleştirmesi zorunlu değildir. İşçilere Her yılın belli dönemlerinde ücretli veya ücretsiz izin verilmesi ve iş akdinin tarafların rızasıyla belirsiz süreli olarak kurulması mümkündür. Yine iş akdinin tarafların iradesiyle bir mevsim için akdedilmesi imkanı da vardır. Nitekim Yargıtay mevsimlik iş sözleşmelerinin 4857 sayılı iş Kanunu’nun 11. maddesindeki hükümlere uygun olarak, belirli süreli olarak yapılabileceği gibi belirsiz süreli olarak ta kurulabileceğini, tek bir mevsim için yapılmış belirli süreli iş sözleşmesinin, mevsimin bitimiyle kendiliğinden sona ereceğini ve bu durumda işçinin ihbar ve kıdem tazminatına hak kazanamayacağını belirtmiştir(5).

 

V- İŞİN MESİMLİK OLMASI BELİRSİZ SÜRELİ İŞ SÖZLEŞMESİ YAPMAK İÇİN ESASLI BİR NEDEN MİDİR?

Yukarıda belirtildiği gibi Yargıtay, mevsimlik iş sözleşmelerinin belirli süreli yapılabileceği gibi, belirsiz süreli de yapılabileceğini savunmakta ise de, işçi ile işveren arasında mevsimlik bir işte belirli süreli iş sözleşmesi yapılmış ve izleyen yıllarda da zincirleme mevsimlik iş sözleşmeleriyle çalışılmışsa iş sözleşmesinin 4857 sayılı iş Kanunu’nun 11. maddesinin son fıkrası uyarınca belirsiz süreli nitelik kazanacağını net olarak belirtmiştir(6).

Yargıtay’ın bu yaklaşımından, mevsimlik işlerin sadece bir mevsimlik olarak belirli süreli yapılabileceği ancak bir sonraki mevsimde aynı kişiyle tekrar akit yapılırsa, söz konusu akit belirli süreli yapılmış bile olsa akdin belirsiz süreli akde dönüşeceğinin kabul edildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda Yargıtay’ın mevsimlik işlerde yapılan ilk sözleşmede işin mevsimlik olmasını belirli süreli iş sözleşmesi yapılabilmesi için esaslı bir neden olarak kabul etmesine rağmen, zincirleme sözleşmeler yapılması halinde işin mevsimlik olmasını belirli süreli sözleşme yapılabilmesi için esaslı bir neden olarak kabul etmediği anlaşılmaktadır.

 

VI- MEVSİMLİK İŞLERDE KIDEM TAZMİNATI VE YILLIK ÜCRETLİ İZİN

Kıdem tazminatı ile ilgili olarak yazımızın II. bölümünde ayrıntılı açıklamalara yer verilmiştir. Mevsimlik işlerde çalışan sigortalılara kıdem tazminatı ödenebilmesi için, belirli süreli bile olsa arka arkaya birden fazla mevsimde çalışılması ve çalışma süresinin bir yıldan fazla olması şartlarının yanında, iş akdinin 1475 sayılı Kanun’un 14. maddesinde tahdidi olarak belirtilen nedenlerle sona ermesi gerekmektedir.

Mevsimlik işlerde iş akdinin bir mevsim için yapılmış olması halinde mevsimin bitmesi nedeniyle sona eren iş ilişkisine istinaden kıdem tazminatı ödenmesine hukuken imkan bulunmamaktadır.

Yine işçinin mevsimlik işlerde çalışması halinde, “mevsimlik çalıştığı sürelerin dikkate alınarak ve bu sürelere göre kıdem tazminatının ödenmesi gerekir. Başka bir anlatımla, işçinin askıda geçen süresi, fiilen çalışma olgusu taşımadığından kıdemden sayılmayacaktır. İş sözleşmesinin askıda olması işçinin askı süresi içinde başka bir işverenin emrinde çalışmasına engel değildir. Çünkü işverenin işçisine ücret ödeme borcu askı süresince yerine getirilmediği için, işçi mevsimlik işe tekrar başlayana kadar başka bir işverenin İş Kanunu kapsamına giren işyerinde çalışabilir. Bu durumda mevsimlik iş, bir tür yıl bazında kısmi süreli iş özelliğini taşıyacaktır. Ancak işveren farklı olduğunda, işçinin askı dönemine rastlayan kıdemi, mevsimlik olarak çalıştığı işyerindeki kıdemine eklenemez. Eğer mevsimlik işçi, askı süresince aynı işverenin diğer bir işyerinde çalıştırılıyorsa, o zaman kıdemi birleştirilecektir.”(7)

Yine Yargıtay belirli süreli iş akitleriyle ilgili olarak 4857 sayılı Kanun’un 11. maddesi ile getirilen kısıtlamadan (belirli süreli iş sözleşmesinin, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamayacağı yönündeki) önce verdiği başka bir Kararı’nda da“…mevsimlik iş olarak …tarihlerinde çalıştığı ve son dönem çalışmasının 15 günlük önel verilmek suretiyle mevsimlik işin hitam tarihinde sona erdirildiği….anlaşıldığı, bu açıklamalar karşısında davacının zincirleme sözleşmelerle çalıştırıldığı bunun sonucu olarak ta bütün sürelerin birbirine eklenerek tamamına göre ihbar ve kıdem tazminatları yönünden değerlendirme yapılması gerektiği…”(8) belirtilmiştir.

Mevsimlik işlerde zincirleme olarak çalıştırılan işçiler için zaman zaman yıllık izin ücretinin talep edildiği bilinmektedir. Hemen belirtilmesi gerekir ki, 4857 sayılı Kanun’un 53. maddesi 3. fıkrasında “niteliklerinden ötürü bir yıldan az süren mevsimlik veya kampanya işlerinde çalışanlara bu Kanun’un yıllık ücretli izinlere ilişkin hükümleri uygulanmaz.” hükümleri bulunmaktadır. Nitekim Yargıtay 9. Dairesi’nin yukarıda belirtilen 2008/8311 sayılı Kararı’nda “Bir işyerinde başlangıçta mevsimlik olarak çalıştırılan ve daha sonra devamlılık arz eden işte çalıştırılan işçinin, mevsimlik dönemdeki çalışmasının kıdeminde dikkate alınmasına rağmen, yıllık ücretli iznin hesabında dikkate alınmayacağı, ancak bu olgu için işçinin mevsimlik çalıştığı belirtilen dönemde yapılan işin gerçekten mevsime bağlı olarak yapılması gerektiği, yapılan işin mevsimlik değil, ancak işçi aralıklı çalıştırılmış ise, mevsimlik işten söz edilemeyeceği ve bu süreninde izin hesabında dikkate alınması gerektiği” değerlendirilmiştir.

 

VII- SONUÇ

Yargıtay’ın yerleşik içtihatları incelendiğinde, mevsimlik işlerde iş akitlerinin, belirli süreli veya belirsiz süreli yapılabileceği, birden fazla yıl üst üste devam eden (zincirleme iş akitleri) mevsimlik iş akitlerinin belirsiz süreli iş akdine dönüşeceği, dolayısıyla mevsimlik iş akitlerinin 1475 sayılı Kanun’un 14. maddesinde belirtilen nedenlerle sona ermesi halinde kıdem tazminatının ödenmesi gerektiği, mevsimlik iş akitlerinin zincirleme yapılması halinde çalışma sürelerinin işçilerin kıdemine sayılmasına rağmen, zincirleme yapılan mevsimlik iş akitleri nedeniyle yıllık ücretli izin uygulamasının mümkün olmadığı, mevsimlik işlerde iş akdinin askıda olduğu dönemlerde (mevsimin çalışma yapılmayan dönemi) işçilerin başka işverenlerin işyerlerinde çalışabilecekleri, ancak başka işyerlerindeki çalışma sürelerinin, mevsimlik işyerindeki kıdemine dahil edilmeyeceği, mevsimlik işlerde iş akdinin bir mevsim için yapılmış olması halinde mevsimin bitmesi nedeniyle sona eren iş ilişkisine istinaden kıdem tazminatı ödenmesine hukuken imkan bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.

 

PDF İNDİR

Mevsimlik Tarım İşçilerinin Hukuksal Durumu

Mevsimlik Tarım İşçilerinin Hukuksal Durumu

1950’li yıllar Türkiye’nin tarımda mevsimlik işçiler için en önemli dönüm noktasıdır. Tarımda makineleşmenin başlaması, daha fazla arazinin tarıma açılması mevsimlik işgücüne ihtiyaç yaratmış, büyük kentlere göç edemeyen kesimler mevsimlik işgücüne kaynak oluşturmuştur. Peki mevsimlik işçi, tarım işçisi kavramları ne anlama gelmektedir?

Yılın belirli bir döneminde çalışılan veya belirli bir dönemde faaliyeti artan işlere “mevsimlik iş ” bu işlerde çalışan işçilere de mevsimlik işçi denir. Mevsimlik işler genellikle mevsime bağlı olarak turizm sektöründe konaklama ve eğlence yerleri ile tarım, ormancılık, avcılık ve balıkçılık işkollarında görülmektedir. Tarım işçisi ise ‘’sürekli, mevsimlik ve geçici tarım işlerinde ücret karşılığı çalışan kişidir. Tarımsal üretimin yoğunlaştığı dönemlerde (bahar-yaz dönemleri) tarımda mevsimlik işçiler çalıştırılmaktadır. Türkiye geneline bakıldığına bu işçiler Çukurova, Ege, Marmara ve Karadeniz Bölgeleri’nde yoğun olarak çalışmaktadır.

4857 Sayılı İş Kanunu 4. Maddesinin b bendinde 50’den az işçi çalıştırılan (50 dahil) tarım ve orman işlerinin yapıldığı işyerlerinde veya işletmelerinde iş kanununun uygulanmayacağı belirtilmektedir. Bu durumda 51 ve daha fazla tarım işçisi çalıştırılan işyerlerinde işçiler sözleşme yapma, ücret, haftalık ve yıllık izin, sözleşme feshi, iş sağlığı ve güvenliği yaptırımları gibi haklardan yararlanabileceklerdir.

Mevsimlik işçilerin sendika kurma, sendikal faaliyetlere katılma, toplu iş sözleşmelerinden yararlanma gibi hakları da mevcuttur. Ancak çalışma sürelerinin uzun olmaması, aynı işyerinde çalışan işçi sayısının az olması gibi nedenlerle işçilerin örgütlenmesi pek de mümkün olmamaktadır.

Bu makalemizde özellikle mevsimlik işçilerin haklarının neler olduğu hususunu ele almaya çalıştık. Bu doğrultuda, mevsimlik işçilerin yıllık ücretli izin hakkı konusunda Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 12.10.2010 tarih ve E.2008/35528,K.2010/28674 sayılı kararında, “mevsimlik işçi 4857 Sayılı İş Kanunu’nun yıllık ücretli izin hükümlerine dayanarak, yıllık ücretli izin kullanma veya buna dayanarak ücret alacağı isteminde bulunamazdı. Ancak bu karar doktrinde tartışılmış, böyle bir düzenlemenin işçilerin aleyhine olacağı işverenlerin sırf yıllık ücretli izin vermemek için, işçileri 1 yıldan az süreyle çalıştırıp sonra işten çıkarabilecekleri dikkate alınarak Yargıtay’ın sonraki kararlarında çalışmanın 11 ayın üzerine çıktığı hallerde mevsimlik iş ilişkisinin dışına çıkıldığı kabul edilmiş, sonraki çalışmalar için yıllık izin hakkının doğduğu sonucuna varılmış” ve bu kararlar istikrar kazanmıştır.

Mevsimlik Tarım İşçilerinin Sosyal Güvenceleri  

Hukuk sistemimizde mevsimlik tarım işçilerine yönelik düzenlemeler oldukça yetersizdir. 6111 Sayılı torba yasayla bu işçiler de 01.03.2011 tarihinden itibaren sosyal güvenlik kapsamına alınmışlardır.

  Buna göre mevsimlik tarım işçilerinin sigortalı olabilmeleri için;

a)Hizmet akdi ile, kendi nam ve hesabına(tarım dahil)ve kamu görevlisi olarak çalışmaması,

b)İsteğe bağlı sigortalı veya isteğe bağlı iştirakçi olmaması,

c)Banka sandıklarına tabi çalışmaması,

d)Kendi sigortalılıklarından dolayı gelir veya aylık almaması,

e)2925 sayılı Kanuna göre sigortalı sayılmaması,

f)18 yaşını doldurmuş olması, şartlarını taşımaları gerekmektedir

Yapılan istatistikler dünyada mevsimlik tarım işçilerinin %60’ından fazlasının yoksulluk sınırının altında yaşadığı, en az %80’inin sosyal güvencesinin bulunmadığı ve %70’nin tarlalarda çocuklarıyla birlikte çalıştıklarını göstermektedir. Türkiye’de de durum bundan farklı değildir. Yapılan bu istatistikler aslında tarım işçilerinin mevcut durum karşısında haklarının pekte farkında olmadıklarını göstermektedir.

Peki bu işçilerin durumlarının iyileştirilmesi için neler yapılabilir? 

Öncelikle tarımda çalışanların durumunu belirlemek üzere, ulusal düzeyde veri tabanı hazırlanabilir, böylece bu kişilere yönelik riskler, hastalıklar, kazalar belirlenebilir. Bu risklere, hastalık ve kazalara yönelik önlemler alınabilir, kişisel koruyucu donanım kullanımı yaygınlaştırılabilir. Çalışanların yaşam koşullarının iyileştirilmesi için, öncelikle temiz su, atıkların yok edilmesi başta olmak üzere çalışma ortamlarının iyileştirilmesine yönelik çalışmalar yapılmalı ve kırsal alanlara hizmet çerçevesinde, işverenin sorumluluğunu esas alan yasal düzenlemeler yapılmalı, konu hakkında denetlemeler arttırılmalıdır. Mevsimlik işçi göçü veren kentlerin sanayi yönünden gelişmesini sağlanmasına hizmet edilmesi halinde, nüfus yoğunluğunun büyük şehirlerde toplanmasının önüne geçilecektir. Sektörde uğranılan kazaların önlenmesi için ise, eğitim çalışmalarının kurumsallaşarak yaygınlaştırılması ve tarım aletlerinin güvenli hale getirilmesi için gerekli mühendislik önlemlerinin alınması gerekmektedir. Mevsimlik tarım işçilerine yönelik yasal düzenlemeler sadece oluşturulmakla kalmayıp uygulanmalı ve sıkı denetime tabi olmalıdır.

Sonuç olarak, mevsimlik işçilerin ve ailelerinin insan onuruna yaraşır bir biçimde yaşamasını sağlamak, çalışma ve yaşam koşullarını güvence altına almak devletin ödevidir. Toprağın isimsiz kahramanlarını üretimle gelen başarının dışında tutmak, onlar yokmuş gibi davranmak, saatlerce zor koşullarda çalışıp, kötü yerlerde barınmalarına, ailelerinin çektikleri sıkıntılara göz yummak sosyal devlet ilkesine de aykırılık teşkil etmektedir.

Av. Şefik ZİROĞLU